39-HAC YOLCULARININ AZIKLARINI ALMALARI
Bakara Suresi’nin 197. ayetinde:
“Hacca giderken yanınıza
azığınızı da alın, başkalarına yük olmayın, takva azığını da ihmal
etmeyin ve bilin ki, azığın en hayırlısı takvadır.” buyrulmuştur.
Ayetin iniş sebebi hakkında,
sahabe içerisinde Kur’an ve tefsiri bilgisiyle temayüz eden Abdullah b. Abbas şöyle
diyor:
عَنِ ابْنِ
عَبَّاسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا، قَالَ كَانَ
أَهْلُ اليَمَنِ يَحُجُّونَ وَلاَ يَتَزَوَّدُونَ، وَيَقُولُونَ: نَحْنُ المُتَوَكِّلُونَ،
فَإِذَا قَدِمُوا مَكَّةَ سَأَلُوا النَّاسَ، فَأَنْزَلَ اللَّهُ
تَعَالَى: {وَتَزَوَّدُوا
"Yemen halkı hacca giderken
azık almıyor ve: "Biz, Allah'a tevekkül eden kullarız." diyorlardı.
Fakat Mekke'ye geldikleri zaman da insanlardan dileniyorlardı. İşte bunun
üzerine Allah teala bu âyeti indirdi.”[1]
Ayetten anlaşılıyor ki;
Yemen halkı hacca giderken azık
almamayı tevekkül ve takvanın gereği kabul ediyorlardı. Başka bir ifade ile
hacca giderken yolda ve kutsal topraklarda gerekli olan yiyeceklerini
beraberlerinde götürmeyi tevekkül ve takvaya aykırı buluyorlardı.
Ayetteki
“azığın en hayırlısı takvadır.”
İfadesi iki şekilde tercüme edilmiştir:
a- Azığın en hayırlısı dilencilik
yapıp başkalarından istemekten kaçınmaktır.
b- Azığınızı alın ama ahretiniz
için takva azığınızı da ihmal etmeyin.
İnsanın sefere çıkarken
yiyeceğini, içeceğini ve zaruri ihtiyaçlarını beraberinde alması tevekküle de
takvaya da ters düşmez. Tam aksine azığını almayıp da insanlara yük olması,
onlardan dilenmesi tevekkül ve takvaya ters düşer.
عَنْ مُعَاوِيَةَ بْنِ قُرَّةَ، أَنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ لَقِيَ نَاسًا مِنْ أَهْلِ
الْيَمَنِ ، فَقَالَ مَنْ أَنْتُمْ ؟ قَالُوا : نَحْنُ الْمُتَوَكِّلُونَ ، قَالَ
بَلْ أَنْتُمُ الْمُتَّكِلُونَ ، إِنَّمَا الْمُتَوَكِّلُ الَّذِي يُلْقِي
حَبَّهُ فِي الأَرْضِ ، وَيَتَوَكَّلُ عَلَى اللَّهِ.
Hz. Ömer (r.a.) Yemen halkından bir grup insanla karşılaşmıştı. Onlara:
“- Siz kimsiniz, ne ile geçiniyorsunuz?” diye sordu. Onlar da:
“- Biz mütevekkilleriz yani tevekkül edenleriz” dediler.
Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) onlara kızdı ve:
“- Hayır, siz tevekkül edenler değil, teekkül edenlersiniz, yani
çalışmadan hazır yiyicilersiniz. Gerçekten tevekkül edenler, önce tohumu
tarlaya atan yani yapması gerekeni yapan sonra Allah’a güvenip dayanandır.”
dedi.[2]
Dinimizde
tevekkül vardır, insanın, yapabileceği şeyleri yaptıktan sonra Allah’a güvenip
dayanması onun imanının gereğidir.
Tevekkül
iki bakımdan güzeldir:
Birincisi;
Allah, tevekkül eden kulunu sever. Nitekim âyet-i kerimede:
فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
“Gereken
hazırlığı yaptıktan sonra bir işi yapmaya karar verince artık Allah tevekkül
et, zira Allah tevekkül edenleri sever” (Âl-i İmran, 159) buyurmuştur.
İkincisi:
Tevekkül eden kimsenin, Allah'ın hıfzı ve himayesi altında olduğu garantisidir.
Nitekim âyet-i kerimede:
وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ
حَسْبُهُ
"Kim Allah'a tevekkül ederse, Allah ona yeter” (Talak, 4)
buyrulmuştur.
Ziya
Paşa ayetin manasını bir beytinde şöyle ifade etmiştir:
Allah’a
tevekkül edenin yâveri Hak’dır
Nâ-şâd
gönül, bir gün olur, şâd olacaktır.
Meşhur
Divan şairi Bâkî’nin dediği gibi, Allah’a güvenip dayanan kimseye baeğmez:
Baş
eğmeziz edânîye dünyâ-yı dûn içün
Allah’adır
tevekkülümüz i’timâdımız.
"Çalış "' dedikçe şeriat,
çalışmadın, durdun,
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!
Sonunda bir de
"tevekkül" sokuşturup araya,
Zavallı dini
çevirdin onunla maskaraya!
"Allah'a dayandım!" diye sen çıkma yataktan
Ma'na-yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nadan!
Ecdadını, zannetme, asırlarca uyurdu;
Nerden bulacaktın o
zaman eldeki yurdu?
Üç kıt'ada, yer yer, kanayan izleri şahid:
Dinlenınedi bir gün o büyük nesl-i mücahid.
Alem de "tevekkül" demek olsaydı "atalet",
Miras-ı diyanetle yaşar mıydı bu
millet?
Çoktan kürenin meş'al-i tevhidi sönerdi;
Kur'an duramaz, nezd-i İlahi'ye dönerdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder