16 Temmuz 2017 Pazar

45-İŞTE İNSAN OLMAK BÖYLE BİR ŞEY!


45-İŞTE İNSAN OLMAK BÖYLE BİR ŞEY!

 

Hz. Ali, Peygamber Efendimizin amcası Ebû Talib’in oğludur. Hz. Hatice validemizden sonra ilk Müslüman olandır. Müslüman olduğu zaman on yaşında henüz çocuk idi. Hane-i saadette yetişmiş, daha sonra Peygamber Efendimizin ciğer paresi Hz. Fatıma validemizle nişanlanmıştı. Evlenmek için mehir vermesi gerekiyordu, fakat zırhından başka verecek bir şeyi yoktu. Hz. Ali şecaat, cesaret ve kahramanlığıyla ün salmıştı. Muharebe meydanlarının aslanıydı, varlığı Müslümanlara güç ve cesaret veriyor, düşmanlara korku salıyordu. İşte böyle bir kahraman müstakbel eşine mehir vermesi için zırhını satmak durumunda kalmıştı. Bir tarafta müstakbel eşi, diğer tarafta Zırhı… Ne yapacaktı!? Aslında yapılacak başka seçenek de yoktu, zırhını satmaya karar vermişti. Diğer sahabiler gibi Hz. Osman da Hz. Ali’nin zırhını saltığa çıkardığını duymuştu.

Hz. Osman Kureyş’in en asil ailelerinden birine mensuptu. İlk müslümanlardandı. Peygamber efendimize iki kere damat olma şerefine nâil olmuş, bu sebeple kendisine ‘iki nur sahibi’ anlamında ‘Zinnûreyn’ denilmişti. Hz. Osman zengin ve şerefli bir kimse idi. Aynı zamanda çok cömertti. Malını Allah yolunda harcamaktan zevk alırdı.

İhtiyaçtan dolayı birinin malını satmak zorunda kalması durumunda insanlar şu dört durumdan birini sergilerler:

a- Bunu fırsat bilip değerinin altında satın almak ister, bunlara fırsat düşkünü kimselerdir, düşeni kaldırmazlar, bir tekme de kendileri vururlar.

b- Değerini vererek almak ister. Bu, normaldir, yaptığından dolayı kınanmaz.

c- Değerinden fazla vererek almak ister. Bunlar erdemli ve faziletli kimselerdirler, az bulunurlar.

d- Hz. Osman’ın yaptığı gibi yapar.

Peki, Hz. Osman nasıl yapmış?

Hz. Osman, Hz. Ali’nin zırhını değerinin üstünde bir fiyatla satın almış, sonra da onu Hz. Ali’ye düğün hediyesi olarak vermiştir. Bunlar nadirattandır, pek az bulunmazlar, onun için kıymetlidirler.

Hz. Ali, Hz. Osman’ın bu jesti karşısında kim bilir ne kadar sevinmiştir.

Sadece Hz. Ali değil, buna Peygamber Efendimiz de çok sevinmiş, Hz. Osman’a dua etmiştir.

Bu olay, Hz. Osman’ın cömertliği yanında onun gayet ince, hassas bir duyguya sahip olduğunu da ortaya koymaktadır.

İşte insan olmak böyle bir şey!

Şair aşağıdaki beytinde insanlığın makam, mevki, mal ve mülkle olmadığını, ancak kemal ile olduğunu gayet veciz bir şekilde şöyle belirtmiştir:

Ne câh iledir, ne mâl iledir

Beyim insanlık kemâl iledir.

 


 

 

Hz. Osman’ın cömertliği sadece Peygamber efendimiz zamanında değil, Efendimizin vefatından sonra da devam etmiştir. Hz. Ebu Bekir’in halifeliği döneminde bir ara Medine’de şiddetli bir kıtlık olmuştu. O sırada Hz. Osman’ın bin develik kervanı Şam’dan erzak yüklü olarak Medine’ye gelmişti. Medine tüccarları erzakı satın almak istiyorlardı. Hz. Osman’la aralarında şöyle bir konuşma geçmişti:

- Ey Osman! Duyduk ki bin deve yükü yiyecek gelmiş, onu satın almak istiyoruz.

- Peki bana ne kadar kâr vereceksiniz?

- Yüzde on verelim.

- Daha fazlasını veren var.

- Yüzde yirmi verelim.

- Daha fazla veren var.

- Yüzde elli verelim.

- Olmaz, daha fazla verene vereceğim.

- Ey Osman! Biz Medineliyiz, Medine tüccarlarını biliyoruz, bundan daha fazla verecek bir tüccar da tanımıyoruz. Bizim gücümüz de ancak buna yeter, daha fazlasını veremeyiz.

- Daha fazlasını veren Yüce Allah’tır. O, bire on, yüze bin vaadediyor. Ben bu erzakı onun rızası için Medine fakirlerine dağıtacağım, demiş ve şu âyeti okumuştu:

“Kim bir iyilik yaparsa, ona yaptığının on katı verilir. Kim de bir kötülük yaparsa sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır. Onlara haksızlık yapılmaz.”[1]

 

 

Mehmet Akif Ersoy

Mehmet Akif Ersoy da son derece cömertti. Bir yoksul kendisinden bir şey istediğinde elinde olmasa da onu asla boş çevirmez, en lüzumlu eşyasını bile verirdi. Yakın dostu Hasan Basri Çantay bizzat yaşamış olduğu bir olayı şöyle anlatıyor:

“Hiç unutamam, bir akşam bizi Mehmet Akif, Ankara’da evine çay içmeye çağırmıştı. Akşama doğru koşar adımlarla geldi ve:

- Akşam çayını sizde içeceğiz, dedi.

Ben tabii memnun oldum. Fakat bunun sebebini de anlamak istedim. Gülerek dedi ki:

- Bizim odanın kilimini bir fakire vermişler.

O oda ki mefruşatı zaten o tek kilimden ibaretti ve o tek kilimini bir fakire veren de kendisi idi.”

Bu bir cömertliktir, hatta cömertliğin de ötesinde büyük bir fedakarlıktır.

 

 

Kendi Malından

Cömertlikte asıl olan insanın kendi malından cömertlik yapmasıdır. Başkalarının malından, mesela devlette veya her hangi bir şirkette çalışanların devletin veya o şirketin imkanlarını kullanarak cömertlik yapmaları kolaydır, bunu isterse herkes yapabilir. Aslında buna cömertlik de denmez. Asıl olan insanın kendi malından, kendi kazancından, kendi imkanlarından cömertlik yapmasıdır. Makbul olan budur. İran’ın ünlü şairi Sadî Şirâzî bir beytinde şöyle der:

Eğer ân Türk-i Şîrâzî bedest âret dil-i mârâ

Be hâl-i hinduyeş bahşem Semerkand-ı Buhârâ.

Yani: “O Şirazlı güzel şu hasta gönlümü bir ele alsa, ben onun her bir esmer beni için Semerkand’ı ve Buhara’yı verirdim.”

Rivayet ederler ki Timur şairi huzuruna çağırmış, bakmış ki per ü perişan bir adam. Üst baş hak getire... Sormuş:

“- Sen sevgilinin bir tek benine Semerkand’ı veriyormuşsun, ama şu halin nedir?” Şair aynı zamanda büyük nüktedanmış:

“- İşte bu cömertliğimizden bu hale gelmedik mi?” demiş.[2]

 

HZ. OSMAN

Hz. Osman ilk müslümanlardandır. Peygamber efendimize iki kere damat olma şerefine nâil olmuştur. Bu sebeple kendisine ‘iki nur sahibi’ anlamında ‘Zinnûreyn’ denilmiştir.

Hayatında iken cennetle müjdelenen 10 sahabiden biridir.

Hz. Osman cahiliye döneminde de zengin ve şerefli bir kimse idi. Aynı zamanda çok cömertti. Müslüman olduktan sonra malını Allah yolunda, İslam uğrunda harcamaktan çekinmezdi, darda kalanların imdadına koşar, bundan büyük bir zevk alır, haz duyardı.

 



[1]  En’am Sûresi, 160
[2]  E.Göze, Gözümle ve Gönlümle Tanıdıklarım, İst. 1993, s.121

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder