45-İŞTE İNSAN OLMAK BÖYLE BİR ŞEY!
Hz. Ali, Peygamber Efendimizin amcası Ebû Talib’in oğludur.
Hz. Hatice validemizden sonra ilk Müslüman olandır. Müslüman olduğu zaman on
yaşında henüz çocuk idi. Hane-i saadette yetişmiş, daha sonra Peygamber
Efendimizin ciğer paresi Hz. Fatıma validemizle nişanlanmıştı. Evlenmek için
mehir vermesi gerekiyordu, fakat zırhından başka verecek bir şeyi yoktu. Hz.
Ali şecaat, cesaret ve kahramanlığıyla ün salmıştı. Muharebe meydanlarının aslanıydı,
varlığı Müslümanlara güç ve cesaret veriyor, düşmanlara korku salıyordu. İşte
böyle bir kahraman müstakbel eşine mehir vermesi için zırhını satmak durumunda
kalmıştı. Bir tarafta müstakbel eşi, diğer tarafta Zırhı… Ne yapacaktı!?
Aslında yapılacak başka seçenek de yoktu, zırhını satmaya karar vermişti. Diğer
sahabiler gibi Hz. Osman da Hz. Ali’nin zırhını saltığa çıkardığını duymuştu.
Hz. Osman Kureyş’in en asil ailelerinden birine mensuptu.
İlk müslümanlardandı. Peygamber efendimize iki kere damat olma şerefine nâil
olmuş, bu sebeple kendisine ‘iki nur sahibi’ anlamında ‘Zinnûreyn’ denilmişti. Hz.
Osman zengin ve şerefli bir kimse idi. Aynı zamanda çok cömertti. Malını Allah
yolunda harcamaktan zevk alırdı.
İhtiyaçtan dolayı birinin malını satmak zorunda kalması
durumunda insanlar şu dört durumdan birini sergilerler:
a- Bunu fırsat bilip değerinin altında satın almak ister,
bunlara fırsat düşkünü kimselerdir, düşeni kaldırmazlar, bir tekme de kendileri
vururlar.
b- Değerini vererek almak ister. Bu, normaldir, yaptığından
dolayı kınanmaz.
c- Değerinden fazla vererek almak ister. Bunlar erdemli ve
faziletli kimselerdirler, az bulunurlar.
d- Hz. Osman’ın yaptığı gibi yapar.
Peki, Hz. Osman nasıl yapmış?
Hz. Osman, Hz. Ali’nin zırhını değerinin üstünde bir fiyatla
satın almış, sonra da onu Hz. Ali’ye düğün hediyesi olarak vermiştir. Bunlar
nadirattandır, pek az bulunmazlar, onun için kıymetlidirler.
Hz. Ali, Hz. Osman’ın bu jesti karşısında kim bilir ne kadar
sevinmiştir.
Sadece Hz. Ali değil, buna Peygamber Efendimiz de çok
sevinmiş, Hz. Osman’a dua etmiştir.
Bu olay, Hz. Osman’ın cömertliği yanında onun gayet ince, hassas
bir duyguya sahip olduğunu da ortaya koymaktadır.
İşte insan olmak böyle bir şey!
Şair aşağıdaki beytinde insanlığın makam, mevki, mal ve
mülkle olmadığını, ancak kemal ile olduğunu gayet veciz bir şekilde şöyle
belirtmiştir:
Ne câh iledir, ne mâl iledir
Beyim insanlık kemâl iledir.
Hz. Osman’ın cömertliği sadece Peygamber efendimiz zamanında
değil, Efendimizin vefatından sonra da devam etmiştir. Hz. Ebu Bekir’in
halifeliği döneminde bir ara Medine’de şiddetli bir kıtlık olmuştu. O sırada
Hz. Osman’ın bin develik kervanı Şam’dan erzak yüklü olarak Medine’ye gelmişti.
Medine tüccarları erzakı satın almak istiyorlardı. Hz. Osman’la aralarında
şöyle bir konuşma geçmişti:
- Ey Osman! Duyduk ki bin deve yükü yiyecek gelmiş, onu
satın almak istiyoruz.
- Peki bana ne kadar kâr vereceksiniz?
- Yüzde on verelim.
- Daha fazlasını veren var.
- Yüzde yirmi verelim.
- Daha fazla veren var.
- Yüzde elli verelim.
- Olmaz, daha fazla verene vereceğim.
- Ey Osman! Biz Medineliyiz, Medine tüccarlarını biliyoruz, bundan
daha fazla verecek bir tüccar da tanımıyoruz. Bizim gücümüz de ancak buna
yeter, daha fazlasını veremeyiz.
- Daha fazlasını veren Yüce Allah’tır. O, bire on, yüze bin
vaadediyor. Ben bu erzakı onun rızası için Medine fakirlerine dağıtacağım,
demiş ve şu âyeti okumuştu:
“Kim
bir iyilik yaparsa, ona yaptığının on katı verilir. Kim de bir kötülük yaparsa
sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır. Onlara haksızlık yapılmaz.”[1]
Mehmet Akif Ersoy
Mehmet Akif Ersoy da son derece cömertti. Bir yoksul kendisinden
bir şey istediğinde elinde olmasa da onu asla boş çevirmez, en lüzumlu eşyasını
bile verirdi. Yakın dostu Hasan Basri Çantay bizzat yaşamış olduğu bir olayı
şöyle anlatıyor:
“Hiç unutamam, bir
akşam bizi Mehmet Akif, Ankara’da evine çay içmeye çağırmıştı. Akşama doğru
koşar adımlarla geldi ve:
- Akşam çayını sizde
içeceğiz, dedi.
Ben tabii memnun oldum. Fakat bunun
sebebini de anlamak istedim. Gülerek dedi ki:
- Bizim odanın
kilimini bir fakire vermişler.
O oda ki mefruşatı
zaten o tek kilimden ibaretti ve o tek kilimini bir fakire veren de kendisi
idi.”
Bu bir cömertliktir,
hatta cömertliğin de ötesinde büyük bir fedakarlıktır.
Kendi Malından
Cömertlikte asıl olan insanın kendi malından cömertlik
yapmasıdır. Başkalarının malından, mesela devlette veya her hangi bir şirkette
çalışanların devletin veya o şirketin imkanlarını kullanarak cömertlik
yapmaları kolaydır, bunu isterse herkes yapabilir. Aslında buna cömertlik de
denmez. Asıl olan insanın kendi malından, kendi kazancından, kendi imkanlarından
cömertlik yapmasıdır. Makbul olan budur. İran’ın ünlü şairi Sadî Şirâzî bir
beytinde şöyle der:
Eğer ân Türk-i Şîrâzî bedest âret dil-i mârâ
Be hâl-i hinduyeş bahşem Semerkand-ı Buhârâ.
Yani: “O Şirazlı güzel şu hasta gönlümü bir ele alsa, ben
onun her bir esmer beni için Semerkand’ı ve Buhara’yı verirdim.”
Rivayet ederler ki Timur şairi huzuruna çağırmış, bakmış ki
per ü perişan bir adam. Üst baş hak getire... Sormuş:
“- Sen sevgilinin bir tek benine Semerkand’ı veriyormuşsun,
ama şu halin nedir?” Şair aynı zamanda büyük nüktedanmış:
“- İşte bu cömertliğimizden bu hale gelmedik mi?” demiş.[2]
HZ. OSMAN
Hz. Osman ilk müslümanlardandır. Peygamber efendimize iki
kere damat olma şerefine nâil olmuştur. Bu sebeple kendisine ‘iki nur sahibi’
anlamında ‘Zinnûreyn’ denilmiştir.
Hayatında iken cennetle müjdelenen 10 sahabiden biridir.
Hz. Osman cahiliye döneminde de zengin ve şerefli bir kimse
idi. Aynı zamanda çok cömertti. Müslüman olduktan sonra malını Allah yolunda,
İslam uğrunda harcamaktan çekinmezdi, darda kalanların imdadına koşar, bundan
büyük bir zevk alır, haz duyardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder