20- MÜBAREKLER ALLÂME BİLMEDİKLERİ ŞEY YOK
Televizyonlarda dini
konularda konuşan veya program yapan hocalarımız ve akademisyenlerimizin
bazılarına bakınca doğrusu insanın iftihar edesi geliyor.
Neden mi? Söyleyeyim:
Söz konusu hocalarımızın ve
akademisyenlerimizin maşallah bilmedikleri bir konu, cevap veremedikleri bir
soru yok. Allah onları kem nazarlardan korusun, milletimize memleketimize
bağışlasın. Onlar müşârun bilbenan, ferîd’i zaman ve allâme-i dû cihandırlar.
Onlar başımızda olmasalar halimiz nice olur.
Onların kadru kiymetini bilmeliyiz, cevaplarını dinlemeliyiz. Anlattıklarına
kulak vermeliyiz.
- Peki önceki alimler her soruya cevap
veremiyolar mıydı?
- Veremiyolardı efendim, onlar her soruya cevap
veremiyolardı. Kendilerine bilmedikleri bir konu sorulunca “lâ edrî:
bilmiyorum” derlerdi.
- Buna misal verebilir misiniz?
- Bunun misalleri çok. Burada size iki tanesini
zikredelim:
Maliki mezhebinin kurucusu İmam Malik Hazretlerine
bir defa kırk tane soru sorulmuş, bunların çoğuna: ‘La edri: bilmiyorum’ diye
cevap vermişti.
İmam Azam’ın önde gelen talebelerinden biri olup
Hanefi mezhebinin kurulmasında ve yayılmasında büyük rolü ve hizmetleri olan ve
Abbasiler döneminde Bağdat’ta uzun müddet kadılık yapmış bulunan İmam Ebu
Yusuf’a bir mesele sorulmuş, o da
“bilmiyorum” diye cevap vermişti. Kendisine:
“- Bir de kadısın, Beytül-maldan şu
kadar maaş alıyorsun, sonra da bilmiyorum, diyorsun, olur mu böyle şey? ”
denilince, Ebu Yusuf şöyle cevap vermişti:
“- Ben bildiğim kadarının ücretini alıyorum,
bilmediklerimin alacak olsaydım devletin hazinesi yetmezdi.”
Diğer taraftan onların yaygın şöhretleri veya akademik
unvanları olmadığı için cevabını iyice bilemedikleri sorular hakkında ‘bilmiyorum’
demekten utanmazlardı. Utanmak şöyle dursun onlardan bunun bir meziyet olduğunu
söyleyenlerde vardı.
Şabi bilmiyorum demek ilmin yarısıdır derdi.
İşte onların durumu böyleydi; bilmediklerinin
bildiklerinden daha çok olduklarını söylerlerdi.
Onlar her konuyu bilmezlerdi, bilmediklerini söylemekten
de çekinmezlerdi ve: “Bilmediğini bilen kendini bilir, kendini bilen Rabbini
bilir, Rabbini bilen de haddini bilir” derlerdi.
Bir de onlar şimdiki hocalarımız gibi cesur değillerdi.
Kendilerine bir şey sorulunca Peygamber efendimizin:
“Sizin fetva vermeye en cüretli olanınız cehennem
ateşinde yanmaya en cesur olanınızdır” hadis-i şerifini hatırlarlar,
kendilerinden daha iyi bilen varsa soruyu ona havale ederlerdi.
Oysa şimdiki hocalarımız onlar gibi cesaretsiz değil, her
ne kadar içlerinde fiili- faili, mübtedayi-haberi bilmeyenlerin, ismi fiilden,
hali temizden ayırt edemeyenlerin olduğu söyleniyorsa da fetva vermedeki
cesaretleri hususunda herkes hem fikirdir, hiç kimse onların bu konudaki
cesaretini inkar edemez.
Hatta onlardan bazıları kendi görüşlerini teyit etmek
için Kur’an’dan ayetler okurlar, kendilerine göre yorumunu yaparlar ve: “Bunu
ben söylemiyorum, Allah söylüyor derler.” Daha bundan cesaretlisi olur mu!?
Atalarımız ne demiş: Yiğidi öldür ama hakkını yeme.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder