14 Şubat 2019 Perşembe

85-KURANDA LÂ RAYBE İFADESİ


85-KURANDA LÂ RAYBE İFADESİ

Sözlükte rayb  (ريب)  şek, şüphe anlamındadır. Rayb’ın ‘zıddı yakîn’dır. Mecelle’nin küllî kaidelerinden biri de, “Yakîn şek ile zail olmaz” esasıdır.
Rayb insanın bir konuda kararsız ve tereddüt içerisinde olması, ne yapacağına karar verememesi demektir.
Rayb, nefsin üzülmesi, endişe duyması, kararsız ve sallantıda olması, ıstırap çekmesi demektir. Buna ‘şek/şüphe denilmesinin sebebi nefisten huzuru giderip kararsız kıldığı içindir.”[1] Nitekim bir hadis-i şerifte:
دَعْ مَا يَرِيبُكَ إِلَى مَا لاَ يَرِيبُكَ، فَإِنَّ الصِّدْقَ طُمَأْنِينَةٌ، وَإِنَّ الكَذِبَ رِيبَةٌ
“Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyene bak. Çünkü kalp doğrudan huzur, yalandan kuşku duyar”[2] buyrulmuştur.
Rayb ile şek arasında şöyle bir fark vardır: Rayb, içinde korku bulunan şektir. Buna göre rayb şekten daha özeldir. Her rayb şek’tir ama her şek rayb değildir. Şek birbirine zıt olan iki şey arasında tereddüde düşüp birini diğerine tercih edememektir.”[3]
Fahreddi Razi, ‘rayb’ kelimesinin ‘şekk’e yakın olduğunu, ayrıca bunda sû-i zan manasının da bulunduğunu kaydeder ve buna şu misali verir: Biri, hakkında sû-i zan beslediği birini görünce  رابني أَمْرُ فُلان   falanın durumu beni kuşkulandırdı”[4] der.

‘Rayb’ ve ‘bilâ rayb’ kelimeleri dilimizde de kullanılmaktadır. Muhammed Salâhî, Kâmûs-i Osmânî isimli eserinde ‘rayb’ı şöyle açıklamıştır: “Rayb; bir maddede, bir nesnede bir halet tevehhümüyle hâsıl olan şüphe, gümân”[5] demektir. ‘Bilâ rayb’ ise şeksiz, şüphesiz, gümansız demektir. Rayb vak’a, hadise anlamına da gelir.
Rayb kelimesi Kur’an-ı Kerimde 18 yerde, aynı manaya olan ‘rîbet’ bir yerde ve şek ve şüpheye düşüren anlamında olan ‘mürîb’ kelimesi de 7 yerde geçmektedir.[6] 18 yerde geçen rayb kelimesi 15 i şüphe olmayan anlamında olumsuzluk edatı olan ‘lâ’ ile ‘lâ raybe’ şeklinde gelmiştir.
‘Raybe’nin başındaki ‘lâ’ya Arapça’da ‘cinsini nefyeden lâ’ denir ki sadece başına geldiği kelimeyi olumsuz kılmakla kalmaz, onun bütün cinsini olumsuz kılar. Mesela “Lâ raybe fi’l-Kur’ani” denildiği zaman, “Kur’an’da şüphe cinsinden yahut şüphe adına ya da şüphe namına hiçbir şey yoktur, mahzâ haktır, hakikattır.
Kur’anın Allah kelamı olduğunda şüphe yoktur.
Onun Allah tarafından Hz. Muhammed’e indirilmiş olduğunda şüphe yoktur.
Hz. Muhammed’in onu kendisine vahyedilmiş şekliyle ümmetine tebliğ etmesinde şüphe yoktur.
İçerisindeki bilgilerin hak ve hakikat olduğunda şüphe yoktur.
Kendisine uyanları en doğru yola ileteceğinde şüphe yoktur.
Müttakiler, müminler hatta bütün insanlık için hidayet rehberi olduğunda şüphe yoktur.
Hülasa merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın dediği gibi “O her türlü şüpheden âri ve her töhmetten beridir. Bunun kadar kat’iyyet ve yakîn ile malum olan ve sırat-ı müstekimi bunun kadar gösteren hiçbir kitap yoktur. Bunun, ne vahyediliş ve indiriliş keyfiyetinde bir şüphe, ne de tebliğinde bir töhmet vardır.”[7]  (Devamı gelecek)
Akl-ı selim sahibi olan bir kimse onun Hak kelamı olduğu hususunda asla şüpheye düşmez.
İçerisinde ‘lâ raybe’ geçen ayetleri üç grupta toplamamız mümkündür:
Kitapta/Kur’an’da şüphe olmadığını bildiren ayetler:
Bunlar üç ayettir:
1- Bakara suresinin 2. ayeti:
 ذَلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ
“İşte bu Kitap; onda asla şüphe yoktur; muttakiler için yol göstericidir.”

2- Yunus Suresinin 37. Ayeti:
وَمَا كَانَ هَذَا الْقُرْآنُ أَنْ يُفْتَرَى مِنْ دُونِ اللَّهِ وَلَكِنْ تَصْدِيقَ الَّذِي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْصِيلَ الْكِتَابِ لَا رَيْبَ فِيهِ مِنْ رَبِّ الْعَالَمِينَ
“Bu Kur’an Allah’tandır, başkası tarafından uydurulmuş değildir. O, kendisinden önceki kitapları/asıllarını doğrulamakta, hükümleri açıklamaktadır. Bunda hiçbir şüphe yoktur.”

3- Secde Suresinin 2. Ayeti:
تَنْزِيلُ الْكِتَابِ لَا رَيْبَ فِيهِ مِنْ رَبِّ الْعَالَمِينَ

2- Kıyametin kopacağını, insanların tekrar diriltilip mahşer yerinde toplayacağında şüphe olmadığını bildiren ayetler:
Âl-i İmran, 3/9, 25; Nisâ, 4/87; En’âm, 6/12; Kehf, 18/21; Hac, 22/5, 7; Mü’min, 40/59; Şûrâ, 42/7 Câsiye, 45/26, 32;   Top: 11

فَكَيْفَ إِذَا جَمَعْنَاهُمْ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ فِيهِ وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ (25) ال عمران
“Gerçekleşeceğinden hiçbir şüphe bulunmayan o kıyamet gününde, kendilerini bir araya topladığımız ve her şahsa, yaptığının karşılığının tam verilip, asla haksızlığa uğratılmadığı o gün gelince halleri ne olacak?“

اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لَا رَيْبَ فِيهِ وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللَّهِ حَدِيثًا (87) نساء
“Allah, o Hak mâbuddur ki kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. Kıyamet günü hepinizi bir araya toplayacaktır. Bunda hiç şüphe yoktur. Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir? Nisa, 4/87



ŞRİKLER O KADAR DA AHMAK DEĞİL
Yüce Rabbimiz En’am Suresinin 12. Ayetinde [8]şöyle buyurmuştur: [9]
قُلْ لِمَنْ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ قُلْ لِلَّهِ كَتَبَ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لَا رَيْبَ فِيهِ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
De ki: "Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" de ki: "Allah’ındır." O, merhamet etmeyi kendi üstüne yazmış/ kendisine prensip edinmiştir. Muhakkak ki O, sizi vukuunda şüphe olmayan kıyamet gününde bir araya toplayacaktır. Ama kendilerini ziyana sokanlar, buna inanmazlar.“ En’am, 6/12
Ayet-i kerimeden dört şey öğreniyoruz:
1- Göklerin ve yerin sahibinin Allah olduğunu,
2- Allah’ın, rahmeti kendisine gerekli kıldığını/prensip edindiğini,
3- İnsanları kıyamet gününde bir araya toplayıp hesaba çekeceğini ve bunda hiçbir şüphenin olmadığını,
4- Ama kendilerini ziyana sokanların bu hakikate inanmayacaklarını öğreniyoruz.

Şimdi bunları biraz açalım:
1- Yüce Rabbimiz Peygamberimize hitaben: “Allah’a ortaklar koşan ve öldükten sonra kıyamet gününde tekrar diriltilip bir araya getirilerek hesaba çekileceklerine inanmayan o müşriklere ve kıyamete kadar onların yolundan gidecek olanlara sor:
Kimdir, gökler ve yerin sahibi ve maliki?
Kimdir, bunları yoktan var eden, yaratıp meydana getiren?
Kimdir, bunların mutasarrıfı, yöneticisi ve hâkimi?
Onlara bu soruları sor ve cevabını da ver. De ki: “Allah’tır.”
Aslında soru; insanın bilmediği bir şeyi, bilmek, anlamak, öğrenmek için bilen birine sormasıdır. Buradaki soru öyle değildir. Zira Allah’ın bilmediği bir şey yoktur, O’nun ilmi her şeyi kuşatmıştır, her bilenin üzerinde bir bilen vardır, Allah’ın ilmi ise bütün bunların üstündedir, O, herşeyi hakkıyla bilendir.
Buradaki soru tebkît ve takrî’ içindir.[10] Tebkît, kuvvetli delil ve burhan getirerek muhatabı/ karşı tarafı cevap veremez hale getirmek, susturmak, başka bir ifade ile köşeye sıkıştırmak demektir.
Ayette hem soru sorulup hem de cevabının verilmesinin sebebine gelince, bu, aşağıdaki ihtimallerden biri veya hepsi olabilir:
Birincisi: Onların zaten verecekleri makul bir cevapları yoktu. “Gökler ve yer putlarımızındır, bunları o yaratmıştır” diyecek halleri yoktu ya. Müşrikler o kadar da aptal değil, bilakis onlar kafası çalışan kimselerdir, kültürde, sanatta, ticarette, siyasette ve idarede memleketlerinin ileri gelenleri, önde olanlarıdır.
İki: Veya onlar bu cevabı bizzarure kabul edeceklerdir, onun için onların cevap vermesini beklemeye gerek yoktur. Öyle ise verilen cevap, aynı zamanda onların da cevabı demek olur.
Üç: Müşrikler gökleri ve yeri yaratanın Allah olduğunu biliyorlardı, bunu inkâr etmiyorlardı. Nitekim birden çok ayet-i kerimelerde bu husus açıkça belirtilmiştir:
“Şayet onlara: "Gökleri ve yeri yaratan kimdir?" diye soracak olursan, elbette "Allah'tır" diye cevap vereceklerdir. De ki: "el-Hamdü lillah (ki müşrikler bile O'nu inkâr edememektedirler!) Fakat onların ekserisi (bu itiraflarıyla, çelişki içine girdiklerini ve bu sözlerinin kendilerini ilzam edeceğini/ bağlayacağını bilmezler”[11]
Yaratma işini putlara veya Allah’tan başka bir varlığa isnad etmeye mani olan deliller o kadar çok ki müşrikler bile “Allah yarattı” demek zorunda kalıyorlar. Bunun için Peygamber Efendimize “el-Hamdü lillah” demesi emredilmiştir.




[1]  İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-beyân, I, 30
[2]  Tirmizî, Kıyamet, 60
[3] İsmail Hakkı Bursevi, age., I, 30
[4]  Râzi, terc, I, 441
[5]  M. Salahi, III, 447
[6] 
[7]  Yazır, M. Hamdi, I,
[8]
[9]
[10]  Kasimi,
[11]  Lukman, /25

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder