19 Eylül 2016 Pazartesi

36- MAZLUMUN AHI İNDİRİR ŞAHI

36- MAZLUMUN AHI İNDİRİR ŞAHI

Hud Suresinin 113. Ayetinde yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:

وَلَا تَرْكَـنُٓوا اِلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ

“Zulmedenlere meyletmeyin, onların yanında yer almayın. Yoksa size de ateş dokunur, zulüm ateşi sizi de yakar. Sizin Allah'tan başka, hamileriniz, yardımcılarınız, dostlarınız yoktur. Allah’ın azabı karşısında size hiç kimse yardım da edemez.”
Zulüm bir şeyi asıl bulunması gereken yerden başka bir yere koymak demektir
Zulüm başkalarına haksızlık etmek, başkasının hakkına, hukukuna tecavüz etmektir.
Zulüm aynı zamanda karanlık demektir. Zalim de karanlık işler yapan karanlık işler peşinde koşan demektir.
İslam aydınlıktır, Kur’an-ı kerimin isimlerinden biri de nurdur. Müslümanın karanlık işlerle, gizli işlerle ilgisi olmaz.
Yukarıda ki ayet-i kerimeden öğreniyoruz ki;
Müslüman zalimlerin yanında olmaz,
Müslüman zalimlere sevgi, muhabbet besleyemez,
Müslüman zalimlerin peşinden gidemez,
Müslüman zalimlere destek olamaz, yardım edemez.
Ünlü Divan Şairi Namık kemal ne güzel söylemiş:
Muini zâlimin dünyada erbâb-ı denaettir
Köpektir zevk alan, sayyâd-ı bî-insâfa hizmetten.
Anlamı şöyle:
Dünyada zalime yardımcı olanlar, aşağılık kimselerdir;
insafsız avcıya hizmetten zevk alan ancak köpektir.
Zulmün çeşitleri çoktur, bunlardan biri de kul hakkıdır. Kul hakkı, helalleşmedikçe, Allah’ın da affetmeyeceği en büyük günahlardan biridir.
Nasıl oluyor da bir cemaat binlerce, hatta on binlerce öğrencinin hakkını yemek için bir araya geliyorlar, zulüm de yardımlaşıyorlar.
Hatta sadece öğrencilerin değil, öğretmen, polis vs. gibi görev alacakların veya görevde yükseleceklerin haklarına tecavüz edebiliyorlar!?
Bu hangi kitapta yazıyor, buna hangi hoca fetva veriyor ve neye dayanarak fetva veriyor?
Onlar bilmiyorlar mıki:
اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
“Zalimler asla iflah olmazlar.” (En’am, 21)

Mazlumun ahı indirir şâhı. 

10- Rızkını Allah keser

10- Rızkını Allah keser

Yüce Rabbimizin Esmâ-i Hüsna’sından/ güzel isimlerinden biri de el-Fettâh olup Arapça feth kökünden gelmektedir. Feth, kapalı olan bir şeyi açmak, bir yeri zaptetmek, ele geçirmek manasınadır. Fâtih de ülkeleri fethedip açan demektir. Ayrıca kalpleri ve gönülleri fethedip islama açan kimseye de fâtih denir. Asıl olan da budur, zira orada yaşayan insanların kalpleri fethedilmedikçe ülkelerin fethedilmesi bir anlam ifade etmez, bu durumu sürekli de olmaz.
Yüce Rabbimizin güzel isimlerinden olan el-Fettâh’ın anlamı ise; kullarına rızık ve nimet kapılarını devamlı açan, onların sıkıntılarını gideren, her türlü müşkillerini kolaylaştıran demektir.
Araf Suresinin 96. Ayetinde şöyle buyrulmuştur:
“Eğer o beldelerde yaşayan insanlar iman edip kötülüklerden sakınsalardı, elbette onların üzerine gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık. Fakat ne yazık ki onlar peygamberleri yalanladılar. Biz de yaptıkları yaptıkları yüzünden onları kıskıvrak yakalayıp cezalandırdık.”
Klasik edebiyatımızda Allah’ın Esmâ-i Hüsna’sını açıklayan güzel beyitler vardır. Konumuzla ilgili olan bir beyit şöyledir:
“Bir kapıyı bend ederse bin kapı eyler küşâd
Hazret-i Allah, Efendi, Fâtihu’l-ebvâb’dır.”
Anlamı: Bir kapıyı kapatırsa bin kapı açar, Zira Hazreti Allah devamlı rızık ve rahmet kapılarını açandır.
Cenab-ı Hak rızık ve rahmet kapılarını kendisi devamlı açık tuttuğu gibi başkalarının kapatmasını, yarattıklarının rızıklarına mani olmalarını da sevmez. Şair bu hususu ne güzel ifade etmiş:
Zalimin rişte-i ikbalini bir âh keser,
Mâni-i rızk olanın rızkını Allah keser.
Anlamı kısaca şöyle: Zalimin mutluluk ve saadet bağını mazlumun bir âhı keser./ Başkasının rızkına mani olanın rızkını Allah keser.


34- İNSANLARI KANDIRMAK İÇİN AĞLAYANLAR


34- İNSANLARI KANDIRMAK İÇİN AĞLAYANLAR

Ağlamak ve gülmek insana mahsus bir özelliktir. İnsan genellikle üzüntüden, merhamet ve şefkatten, Allah aşkı ve sevgisinden ya da Allah korkusundan dolayı ağlar. Bunlar tabii olan durumlardır, yapmacık değildir. Bu tür ağlamadan dolayı insan sevap da kazanmış olur.
Bir de riya için ağlayanlar vardır ki buna “Arapça ifadesiyle bükâü’n-nifak بُكَاءُ النِّفَاقِ،   yani münafıklığından dolayı ağlama” denir. İnsanın münafıklıktaki derecesi ne kadar ileri olursa o kadar çok ağlayabilir. Nitekim bir hadis-i şerifte:
إِذَا كَمُلَ فُجُورُ الْإِنْسَانِ، مَلَكَ عَيْنَيْهِ، فَمَتَى شَاءَ أَنْ يَبْكِيَ بَكَى
“Kul yalancılıkta/münafıklık yapmada zirveye ulaşınca artık gözlerine tamamıyla hâkim olur, istediği zaman ağlar” buyrulmuştur. (İbn Mübarek, Zühd, s. 42)
Böyle kimseler Allah aşkından veya Allah korkusundan dolayı değil, münafıklıklarından dolayı, başkalarını aldatıp maddi menfaat sağlamak, para toplamak için ağlarlar. İnsanlara kendilerinin âbid, zâhid olduklarını, dünya ile hiçbir alakalarının olmadığını göstermeye çalışırlar. Saf Müslümanlar da bunlara inanırlar.
Oysa bunlar rol yaparlar, rol icabı ağlarlar. Eğer bir konuşma esnasında ağlanacaksa, konuşmanın neresinde ağlanacağını önceden belirlerler, ona göre ağlarlar.
Müslümanların dikkatli olmaları, her ağlayana inanıp aldanmamaları için Kur’an-ı Kerim’de bu tür ağlamaya da misal verilmiştir.
Nitekim Yusuf Suresinde anlatıldığı üzere, Yusuf (a.s.)’ın kardeşleri Yusuf’u çekemiyorlardı, ona bir tuzak kurdular, babalarından izin alarak onu kıra götürdüler ve bir kuyuya attılar, gömleğine de biraz kan sürüp:
وجَاءُوا أَبَاهُمْ عِشَاءً يَبْكُونَ
“Akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler.”
Babaları Yakup (a.s.), Yusuf’un gömleğini görünce; “Ben şimdiye kadar böyle bir kurt görmedim, ne kadar mülayimmiş, yavrumu yemiş de gömleğine bir şey yapmamış” diyerek onların timsah gözyaşı döktüklerini, rol icabı ağladıklarını belirtmiş oldu.
Cahiliye döneminde ölüye ağlamayı meslek edinen ağıtçı kadınlar vardı, bunlar biri öldüğü zaman onun evine giderler ağlamaya başlarlardı. Tabii bunlar ölüye üzüldükleri için değil, başkalarını ağlamaya teşvik etmek için ağlarlardı. Bunlara “Nâiha” denirdi, onlar bunu para karşılığı yaparlardı.
Peygamber Efendimiz hadis-i şeriflerinde:
النَّائحَةُ إِذَا لَمْ تَتُبْ قَبْلَ مَوْتِهَا، تُقَامُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَعَلَيْهَا سِرْبَالٌ مِنْ قَطِرَانٍ، وَدِرْعٌ منْ جَرَبَ
“Başkalarını ağlatmak için yalandan ağlayan kadın ölmeden önce tevbe etmezse, kıyamet günü kabrinden üzerinde katrandan bir elbise ve uyuzlu bir gömlek olduğu hâlde kaldırılır.” buyurmuştur. (Müslim, Cenaiz, 29 (934)
Günümüzde insanları kandırıp paralarını almak için ağlayanlar görünüşte bu kadınlara benziyorlarsa da aralarında şöyle bir fark var:
Bu kadınlar gözyaşlarıyla kimseyi kandırmıyorlardı, görevlerini yapıyorlar, karşılığında ücretlerini alıyorlardı, onların yalancıktan ağladığını herkes biliyordu.
Muttakî, zâhid ve âbid görünümü altında ağlayanlar ise Bakara Suresinin dokuzuncu ayetinde belirtildiği gibi:
يُخَادِعُونَ اللَّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلَّا أَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
“Hem inananları kandırıyorlar, hem de akılları sıra Allah’ı kandırmaya çalışıyorlar. Oysa onlar sadece kendilerini kandırıyorlar, fakat bunun şuurunda değiller.” Allahın vermiş olduğu akıl nimetini kötüye kullana kullana onlarda şuur da kalmamış. Ne diyelim Allah bunlara şuur versin.




{هُوَ الذي أَنزَلَ عَلَيْكَ الكتاب} القرآن {مِنْهُ} من الكتاب {آيات محكمات} أحكمت عبارتها بأن حفظت من الاحتمال والاشتباه {هُنَّ أُمُّ الكتاب} أصل الكتاب تحمل المتشابهات عليها وترد إليها
{وَأُخَّرُ} وآيات أخر {متشابهات} مشتبهات محتملات مثال ذلك {الرحمن على العرش استوى} فالاستواء يكون بمعنى الجلوس وبمعنى القدرة والاستيلاء ولا يجوز الأول على الله تعالى بدليل المحكم وهو قوله {ليس كمثله شيء}
أو المحكم ما أمر الله به في كل كتاب أنزله نحو قوله {قُلْ تَعَالَوْاْ أتل ما حرم ربكم عليكم} الآيات {وقضى رَبُّكَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إياه} الآيات والمتشابه ما وراءه
أو مالا يحتمل إلا وجهاً واحداً وما احتمل أوجهاً
أو ما يعلم تأويله وما لا يعلم تأويله
أو الناسخ الذي يعمل به والمنسوخ الذي لا يعمل به
وإنما لم يكن كل القرآن محكماً لما في المتشابه من الابتلاء به والتمييز بين الثابت على الحق والمتزلزل فيه ولما في تقادح العلماء وإتعابهم القرائح في استخراج معانيه وردُه إلى المحكم من الفوائد الجليلة والعلوم الجمة ونيل الدرجات عند الله تعالى
{فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ} ميل عن الحق وهم أهل البدع {فَيَتَّبِعُونَ ما تشابه} فيتعلقون بالمشابه الذي يحتمل ما يذهب إليه المبتدع مما لا يطابق المحكم ويحتمل ما يطابقه من قول أهل الحق {مِنْهُ ابتغاء الفتنة} طلبَ أن يفتنوا الناس عن دينهم ويضلوهم {وابتغاء تَأْوِيلِهِ} وطلب أن يؤولوه التأويل الذي يشتهونه {وَمَا يَعْلَمُ تأويله إلا الله} أى لا يهتدى أى تأويله الحق الذي يجب أن يحمل عليه إلا الله {والراسخون فِي العلم} والذين رسخوا أي ثبتوا فيه وتمكنوا وعضوا فيه بضرس قاطع مستأنف عند الجمهور والوقف عندهم على قوله إلا الله وفسروا المتشابه بما استأثر الله بعلمه وهو مبتدأ عندهم والخبر {يقولون آمنا به} وهو ثناء منه التسليم واعتقاد الحقية بلا تكييف وفائدة إنزال المتشابه الإيمان به واعتقاد حقية ما أراد الله به ومعرفة قصور إفهام البشر عن الوقوف على مالم يجعل لهم إليه سبيلاً ويعضده قراءة أبي ويقول الراسخون وعبد الله إن تأويله إلا عند الله ومنهم من لا يقف عليه ويقول بأن الراسخين في العلم يعلمون المتشابه ويقولون كلام مستأنف موضح لحال الراسخين بمعنى هؤلاء العالمون بالتأويل يقولون آمنا به أي بالمتشابه أو بالكتاب {كُلٌّ} من متشابهه ومحكمه {مِّنْ عِندِ رَبّنَا} من عند الله الحكيم الذي لا يتناقض كلامه {وَمَا يَذَّكَّرُ} وما يتعظ وأصله يتذكر {إِلاَّ أُوْلُواْ الألباب} أصحاب العقول وهو مدح للراسخين بإلقاء الذهن وحسن التأمل وقيل يقولون حال من الراسخين


11- EMEKLİ OLDUM

11- EMEKLİ OLDUM

Dün (1 Şubat 2016 Pazartesi) yaş haddinden emekli oldum.
Göreve 29 Ağustos 1970 yılında vaiz olarak başlamıştım. Devletimize ve milletimize Vaiz, İmam-Hatip, Müftü, İstanbul Haseki Eğitim Merkezinde Öğretmen ve Müdür, Makedonya’da Din Hizmetleri Müşaviri ve son olarak da üç sene Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyeliği olmak üzere toplam 45 sene beş ay görev yaptıktan sonra mevzuat gereği re’sen emekliye sevkedildim.
Yüce Rabbimize, bu aciz kuluna bu kadar güzel yerlerde hizmet etme imkânı bahşettiği için sonsuz hamdediyorum.
Üzerime aldığım her görevi seve seve yaptım, elimden geldiği kadar, becerebildiğim ölçüde görevimi en iyi yapmanın azmi ve gayreti içerisinde oldum. Rabbim rızasına muvafık eylesin.
Bütün görevlerimde beraber çalıştığım arkadaşlarımın büyük ilgi, destek ve yardımlarına mazhar oldum. Bunu da yüce Rabbimin bir lütfu olarak kabul ediyorum.
Bu emeklilik kanun gereğidir, yoksa hizmetten, dini görevlerden emekli olma diye bir şey söz konusu değildir, Allah ömür ve sağlık verdiği müddetçe devam edecektir.
Yüce Yaratıcı’nın dışında her şey fanidir, Şairin:
Ne câh iledir ne mâl iledir
Beyim insanlık kemal iledir.

dediği gibi mal da makam da geçicidir, asıl olan Allah’a güzel kul olup O’nun rızasını elde etmektir.

13- ZALİM İFLAH OLMAZ


13- ZALİM İFLAH OLMAZ 
YAPTIĞI YANINA KALMAZ
Zulüm, adaletin zıddıdır. Adalet, yaratıkla-ra hakkını vermek, zulüm ise onlara haklarını vermemektir. Bir yerde ya adalet vardır ya da zulüm. İkisi bir arada bulunmaz. Adaletin ol-duğu yerde zulüm olmaz, zulmün olduğu yer-de de adaletten bahsedilemez. Allah adildir, adaleti emreder, adaletle muamele edenleri sever, zulmü ise kesin olarak haram kılmıştır, ve zalimleri de asla sevmez. Onun için kulları-na, zulümden uzak durmalarını, adaletten ay-rılmamalarını emretmiştir.
Zulmün kötü ve çirkin bir şey olduğu aşi-kârdır. Onun içindir ki zulüm her din ve şeriat-ta haram kılınmıştır. Fakat İslam dininin bu konudaki hükmü daha da ağırdır. Kuran-ı Ke-rimde zalimler lanetlenmiştir. Yüce Allah “İyi biliniz ki Allah’ın laneti zalimler üzerindedir” (Hûd Suresi, 11/18) buyurmuştur.
Zulüm yaratıklara karşı olduğu gibi yara-tana karşı da olur. Yaratana karşı en büyük zulüm O’nu inkâr etmek, O’na ortak koşmaktır. Kuran-ı Kerimde belirtildiğine göre Lokman (a.s.) oğluna öğütte bulunurken şöyle demiş-tir: “Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma, doğru-su şirk büyük bir zulümdür.” (Lokman Suresi, 31/13) Bir başka ayette de şöyle buyrulur: “Kâfirler zalimlerin ta kendileridir.” Demek ki inançsızlıkla zulüm arasında bir bağ vardır.
Yaratıklara karşı zulüm denilince akla ilk gelen şeyler ise; onlara karşı haksızlık etmek, eza ve cefa vermek, işkence etmek, onları baskı altında tutmak ve sindirmeye çalışmak-tır. Bunların misallerini görebilmek için tarihin geçmiş ve uzak dönemlerine gitmeye gerek yok, yakın çevremizde; Filistin’de, Irakta, Su-riye’de, Yemen’de olup bitenlere bir göz atmak yeterlidir. İnsan hakları havariliği yapan mo-dern dünyanın gözleri önünde yapılan zulüm, işkence, baskı geçmişte Firavunların, şeddadların yapmış oldukları zulümlere tabir caizse rahmet okutuyor. Sanki şair aşağıdaki beytini bunlar için söylemiştir:
Şimdiki zalimlerin ahvalini seyreyleyen
Geçmişin rahmet okur Fir’avn’ına Şeddâd’ına.


7 Ağustos 2016 Pazar

32- ALTIN NESİL BÖYLE Mİ OLACAKTI


32- ALTIN NESİL BÖYLE Mİ OLACAKTI

Aman Allah’ım 15 Temmuz gecesinde neler yaşadık.!!!? Bunlar bir hayal miydi?
İnsanın inanası gelmiyor.
Hûd Sûresi’nin 87’nci ayetinde Şuayb Peygamberin kavmi şöyle dediler:
قَالُوا يَاشُعَيْبُ أَصَلَاتُكَ تَأْمُرُكَ أَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ آبَاؤُنَا أَوْ أَنْ نَفْعَلَ فِي أَمْوَالِنَا مَا نَشَاءُ إِنَّكَ لَأَنْتَ الْحَلِيمُ الرَّشِيدُ
"Ey Şuayb! atalarımızın taptığı şeyleri terketmemizi veya mallarımızı istediğimiz gibi kullanmaktan vazgeçmemizi sana namazın mı emrediyor? Doğrusu sen yufka yürekli, mülayim, halim selim, akıllı bir kimse idin!"
Gerçekte bu çocuklar yufka yürekli, mülayim, halim selim, akıllı kimselerdi.
Onları bu hale isminin anlamı; sulh, selamet ve barış olan dinleri getirmiş olamazdı.
Öyle ise Müslüman milletimizin yardım ve himmetleriyle yetiştirilip kendilerine altın nesil ismi verilen kimseleri milletine, vatanına azılı düşman haline kimler getirmişti!?
Milletimize, milletin meclisine, milletin seçtiği cumhurbaşkanına, devlet binalarına milletin tankıyla, tüfeğiyle, uçağıyla, silahıyla saldıracak kadar canavarlaşan bu nesli hangi eğitim kurumlarında kimler yetiştirmişti!?
Milletin zekat, fitre ve kurban paralarıyla yetişen bu nesli; kadın erkek, yaşlı çocuk demeden milletine silah çekip, canavarca onları öldürecek ölüm makinesi haline kimler getirdi.
Bir Arap atasözünde: “Semmin kelbeke ye’külüke: Besle köpeği yesin seni” denilmiştir.
Hangi insafsız, hangi zalim, hangi kanı bozuk bunları köpek gibi milletine saldırır hale getirdi.
Etrafındaki kimseler içerisinde bu çılgınlığa engel olacak, dur diyecek insaflı, merhametli, akıllı birileri yok mu?
Varsa, niye bu çılgınlığa, zulme karşı koymuyorlar, seslerini çıkarmıyorlar, milletin evladının milletine düşman edilmesine seyirci kalıyorlar.!!!?
Zulme rızanın zulüm, haksızlık karşısında susanın dilsiz şeytan olduğunu bilmiyorlar mı?

Ünlü divan şairi Namık Kemal ne güzel söylemiş:
Muîn-i zalimin dünyada erbâb-ı denâettir
Köpektir zevk alan sayyâd-ı bî-insafa hizmetten.
Anlamı şöyle:
"Dünyada zalimin yardımcısı, aşağılık kimselerdir;
İnsafsız avcıya hizmetten zevk alan ancak köpektir."
Ne zamana kadar bu insafsız avcının peşinden gidip ona destek olmaya devam edecekler.

Ne diyelim, Allah akıl versin, fikir versin, akıllarını kiraya vermeyip kullanmalarını nasip eylesin.

12-Bekir Topaloğlu


12-Bekir Topaloğlu Hocanın, değerli öğrencilerimize üç tavsiyesi oldu.
1. İçinde bulunduğunuz mazhariyet sebebiyle Allah’a şükredin ve şükrünüzü ifa edebilmek için düzenli bir biçimde günde en az on iki saat çalışın. 
Arapça’yı ne yapıp edip, mutlaka öğrenin. Aksi takdirde bunun psikolojik ezikliğini ömrünüz boyu çekersiniz.
2. Kuran ve meal okuyun. Bunu kendiniz için yapın, hidayetlenmeyi amaçlayın. Her okuyuşunuzu belli bir konuyu aklınızda tutarak yapın.
3. Siyer okuyun.
Bu üç maddeyi Hoca uzun uzadıya açtı.
Medreseden icazetli biri olarak babasının zoruyla İmam Hatibe giren hoca, böylesi bir okulun lüzumsuzluğuna kani iken daha altı ay geçmeden İmam Hatiplerin ideal olabilecek bir okul olduğunu görür. “Medrese de siyer namına hiçbir ders yoktu. O yüzden ne olduğunu bilmiyorduk. Bizde bilgi vardı ama, zaman mefhumu yoktu. Bunları belli bir kronoloji içerisinde almamıştık” diyor.
Garibce’nin hep vurguladığı “Derinlik bilgiyle, ufuk görgüyle” şiarı, hocanın tecrübesiyle bir daha teyit edilmiş oldu. Medresenin derinliği ile bu yeni okulların ufku bir araya getirilmeliydi. Topaloğlu kendi hayatında bu şansı bulmuştu. Ve kendisi de bu aziz millet ve bu millete umut olan bu yeni nesiller için bir şans olmuştu.
Kendisi hatırlar mı bilmem ama, doktora yaptığım sırada bir yıl boyunca bana bir burs da bağlamıştı. Evli ve üç çocuklu, kitap alma hastalığına yakalanmış bir doktora öğrencisinin bu bursa ihtiyacı vardı.
Bu vesile ile de kendisine müteşekkirim.
Onu ilk gördüğümde, tipi hayalimde tahayyül ettiğim Bekir Topaloğlu’na benzememesi sebebiyle biraz hayal kırıklığına uğramış olsam da, ilim yolunda hep bir otorite ve hasbî gördüm. Elini öpmekten şeref duydum. Garibce imzasıyla yazdığım birçok yazıda muhtemelen kendisinden bahsetmişimdir. Bazı yazıların fikir kaynağı bizzat kendisi olmuştur. Çokça okunan yazılarımızdan biri olan “İlim adamı asosyal olmalı mı?” başlıklı yazımız bunlardan biridir. Hocanın bu konferansta anlattıklarına bakılırsa hocanın bu konudaki düşüncesinde bir değişiklik de yoktur. Eğer diyor “Bir ilim talibi, dört duvar arasında okumaktan ve yazmaktan en büyük zevki alıyor hale gelmişse işte o zaman fellaha ermiştir!”

33- MÜMİN DEVLETİ MİLLETİ ALEYHİNE ÇALIŞMAZ


33- MÜMİN DEVLETİ MİLLETİ ALEYHİNE ÇALIŞMAZ

Yüce Rabbimiz Âl-i İmran Suresinin 28. Ayetinde şöyle buyurmuştur:
لَا يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ وَمَنْ يَفْعَلْ ذَلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللَّهِ فِي شَيْءٍ إِلَّا أَنْ تَتَّقُوا مِنْهُمْ تُقَاةً
“Müminler, müminleri bırakıp küfre sapmış olanları veli/dost, hami edinmesinler, onların himayesi, buyruğu altına girmesin. Kim bunu yaparsa Allah ile bütün bağlarını koparmış, Allah’ın diniyle bir alakası kalmamış olur. Ancak kendinizi onlardan gelebilecek bir tehlikeden korumak için böyle bir bu yola başvurmanız hariç.”
Ayetten anlaşılıyor ki;
- Mümin mümini veli edinir,
- Mümini bırakıp da küfre sapanları veli edinmez, onların himayesine girmez, onlardan yardım dilemez,
- Mümin, onlara içten sevgi, muhabbet beslemez, müminin sevgisi de buğzu da Allah için, O’nun rızasını elde etmek için olur.
Mümin izzet ve şeref sahibidir, hem kendisinin izzet ve şerefini, hem de İslamın izzet ve şerefini korur.
وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَ
- Mümin bilir ki izzet ve şeref küfür yolunu tutanların değil, Allah’a, Resulüne ve müminlere aittir. (Münâfikûn, 8)
- Mümin kendi basit menfaati ve geçici çıkarları için kendi devletini, milletini başka devletlere jurnallemez, şikâyette bulunmaz.
- Mümin düşmanlarla iş birliği yaparak müminlerin sırlarını onlara vermez, buna onun imanı engel olur.
- Mümin mümine karşı takiyye yapmaz, iki yüzlülük yaparak olduğundan farklı görünmez.
- Takıyye küfür ehlinin hâkim olduğu yerde yaşamak zorunda kalan Müslümanlar için söz konusu olup bu da sürekli olamaz.
- Takıyye genel olarak Şia’nın şiarıdır, onlara göre dinin onda dokuzu takıyyedir, takıyyesi olmayanın dini de olmaz.(Topaloğlu-Çelebi, Kelam Terimleri Sözlüğü, 302)
اَلمْؤْمِنُ كَيِّسٌ فَطِنٌ حَذِرٌ

“Mümin akıllı, zeki ve tedbirli kimsedir” (Kudâî, Müsnedü’ş-şihâb, I, 107), bunları yapmaz, yapanların peşinden gidip onlara maddi ve manevi destek vermez.

35- BU NASIL MÜSLÜMANLIK!!?

35- BU NASIL MÜSLÜMANLIK!!?

Bir cemaat düşünün ki bir araya geldiklerinde:
Allah’ın kitabından çok peşinde gittikleri kimsenin kitaplarını okuyorlarsa,
Peygamber’den çok onun ismini anıyorlar, ondan bahsediliyorsa,
Bir cemaat ki çocukların isimlerini değiştirip kod isimleri vererek onlara yalan söyletmekle eğitime başlıyorsa,
Bir cemaat ki çocukları, uçakla, topla milletini bombalayacak, tankları milletinin üzerine sürecek kadar şefkat, merhamet ve insanlıktan yoksun hale getirip canavar getiriyorsa,
Bir cemaat ki milletin çocuklarını geceleyin teheccüde kaldırıp milletin idarecilerine başbakanına, cumhurbaşkanına beddua ettirerek milletine düşman hale getiriyorsa,
Bir cemaat ki devletin kurumlarını ele geçirmek için adamlarına, içki içiliyorsa sizde içiniz, hanımınızın başını açınız, gerektiğinde namazı vaktinde kılmayı terk ediniz diyen liderlerine karşı sessiz kalıyor, doğruyu söyleme cesareti gösteremiyorsa,
Az da olsa cemaat içerisinde doğruyu söylenenlerin başı eziliyor, düşman ilan ediliyor, kendisine her türlü iftira ve haksızlık yapılıyorsa,
Allah aşkına söyleyin, bu cemaat islamın neresindedir?
İslamı bırakın bunlar insanlığın neresindedir?
Peygamber efendimiz hadis-i şeriflerinde:
"لَا تَجْتَمِع أُمَّتِي عَلَى ضَلَالَة"
“Ümmetim sapıklık üzere bir araya gelmez, birleşmez” buyurmuştur.
Nasıl oluyor da bu cemaat hata üzerinde birleşebiliyor, bir araya gelebiliyor!!?
Cemaatin görevi kendilerine her söylenileni, islama ters düşse de, tasdik etmek, tasdik mümkün olmazsa tevil etmek, o da mümkün olmazsa “bunu biz bilmeyiz, hocamız bilir” demek zorundalar mı!!?
İslam böyle mi emrediyor?
Hadi diyelim ki avam/sıradan cemaat doğruyu eğriyi bilmiyor, peki içlerinde üniversite bitirmiş makam mevki sahibi kimseler, hatta dini tahsil yapmış, İmam-Hatip Lisesini, İlahiyat Fakültesini bitirmiş, ve hatta İlahiyat fakültesinden sonra Dini Yüksek İhtisas Eğitim Merkezlerini bitirmiş hocalar, vaizler de var, daha da ilerisi içlerinde İlahiyat Fakültelerinde Doçent, Prof olarak görev yapan akademisyenler de var.
Bunlar niçin susuyorlar, niçin gerçekleri söylemiyorlar?
لساكت عن الحق شيطان أخرس،
Onlar “Haksızlık karşısında susanın dilsiz şeytan” olduğunu bilmiyorlar mı?
Ne zamana kadar susmaya devam edecekler?

Ne zaman alim olmanın sorumluluğunu hissedip gereğini yapacaklar?

6 Ağustos 2016 Cumartesi

07- Kuldan İntikam Kul İle Alınır


07-  Kuldan İntikam Kul İle Alınır

Yüce Rabbimiz En’am Suresinin 129. Ayetinde:

وَكَذَلِكَ نُوَلِّي بَعْضَ الظَّالِمِينَ بَعْضًا بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

“İşte böylece işlemiş oldukları zulüm ve kötülükler sebebiyle, zalimlerin bazılarını bazılarına musallat ederiz/yönetici yaparız/dost kılarız.” buyurmuştur.
Böylece zalim, zalimle terbiye edilmiş olur. Zira zalimin dilinden en iyi zalim anlar.
Peygamber Efendimiz de bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

الظَّلَمَةُ وَأَعْوَانُهُمْ فِي النَّارِ

“Zalimler ve onlara destek olup arka çıkanlar cehennemde beraber olacaklardır.”
Arapça bir kelâm-ı kibarda:

إِنَّ اللهَ يَنْتَقِمُ مِنَ الظَّاِلِم بِالظَّالِم.

“Allah zalimden intikamı yine zalim yoluyla alır” denilmiştir.
İslam büyüklerinden İmam-ı Rabbani bu hususu şöyle ifade etmiştir:
Hak kulundan intikamını yine kul ile alır,
Bilmeyen ilm-i ledünnü anı kul yaptı sanır.
Cümle eşya Hâlık’ındır kul eliyle işlenir,

Emr-i Bârî olmayınca sanma bir çöp deprenir.

5-KEM SÖZ SAHİBİNİNDİR

5-  KEM SÖZ SAHİBİNİNDİR

الْخَبِيثَاتُ لِلْخَبِيثِينَ وَالْخَبِيثُونَ لِلْخَبِيثَاتِ وَالطَّيِّبَاتُ لِلطَّيِّبِينَ وَالطَّيِّبُونَ لِلطَّيِّبَاتِ

 “Kötü işler, kötü sözler, yalanlar, iftiralar kötü kimselere, ahlaksız ve adi şahıslara aittir; kötü söz ve kötü işleri onlar söyler, onlar yaparlar.
Kötü kimseler de, kötü sözlere ve kötü işlere layıktır.
Güzel sözler, iyi hareketler iyi kimselere aittir. İyi sözler ve güzel hareketler bunlara yaraşır.” (Nur Suresi, 24/26)
Bu ayet Hz. Aişe Validemize yapılan iftira üzerine inen iki
sayfaya yakın ayetlerin sonuncusudur.
Her kap, içindekini sızdırır. İçinde kötülük olan kötü düşünür,
kötü söyler, iftirada bulunur, kötü işler yapar. İçinde iyilik olan da
iyi düşünür, güzel sözler söyler ve güzel işler yapar.
İftiranın temel sebebi çekememezliktir. Ziya Paşa ne güzel söylemiş:
Erbâb-ı kemâli çekemez nâkıs olanlar,

Rencîde olur dîde-i huffâş ziyadan.