19 Eylül 2016 Pazartesi

34- İNSANLARI KANDIRMAK İÇİN AĞLAYANLAR


34- İNSANLARI KANDIRMAK İÇİN AĞLAYANLAR

Ağlamak ve gülmek insana mahsus bir özelliktir. İnsan genellikle üzüntüden, merhamet ve şefkatten, Allah aşkı ve sevgisinden ya da Allah korkusundan dolayı ağlar. Bunlar tabii olan durumlardır, yapmacık değildir. Bu tür ağlamadan dolayı insan sevap da kazanmış olur.
Bir de riya için ağlayanlar vardır ki buna “Arapça ifadesiyle bükâü’n-nifak بُكَاءُ النِّفَاقِ،   yani münafıklığından dolayı ağlama” denir. İnsanın münafıklıktaki derecesi ne kadar ileri olursa o kadar çok ağlayabilir. Nitekim bir hadis-i şerifte:
إِذَا كَمُلَ فُجُورُ الْإِنْسَانِ، مَلَكَ عَيْنَيْهِ، فَمَتَى شَاءَ أَنْ يَبْكِيَ بَكَى
“Kul yalancılıkta/münafıklık yapmada zirveye ulaşınca artık gözlerine tamamıyla hâkim olur, istediği zaman ağlar” buyrulmuştur. (İbn Mübarek, Zühd, s. 42)
Böyle kimseler Allah aşkından veya Allah korkusundan dolayı değil, münafıklıklarından dolayı, başkalarını aldatıp maddi menfaat sağlamak, para toplamak için ağlarlar. İnsanlara kendilerinin âbid, zâhid olduklarını, dünya ile hiçbir alakalarının olmadığını göstermeye çalışırlar. Saf Müslümanlar da bunlara inanırlar.
Oysa bunlar rol yaparlar, rol icabı ağlarlar. Eğer bir konuşma esnasında ağlanacaksa, konuşmanın neresinde ağlanacağını önceden belirlerler, ona göre ağlarlar.
Müslümanların dikkatli olmaları, her ağlayana inanıp aldanmamaları için Kur’an-ı Kerim’de bu tür ağlamaya da misal verilmiştir.
Nitekim Yusuf Suresinde anlatıldığı üzere, Yusuf (a.s.)’ın kardeşleri Yusuf’u çekemiyorlardı, ona bir tuzak kurdular, babalarından izin alarak onu kıra götürdüler ve bir kuyuya attılar, gömleğine de biraz kan sürüp:
وجَاءُوا أَبَاهُمْ عِشَاءً يَبْكُونَ
“Akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler.”
Babaları Yakup (a.s.), Yusuf’un gömleğini görünce; “Ben şimdiye kadar böyle bir kurt görmedim, ne kadar mülayimmiş, yavrumu yemiş de gömleğine bir şey yapmamış” diyerek onların timsah gözyaşı döktüklerini, rol icabı ağladıklarını belirtmiş oldu.
Cahiliye döneminde ölüye ağlamayı meslek edinen ağıtçı kadınlar vardı, bunlar biri öldüğü zaman onun evine giderler ağlamaya başlarlardı. Tabii bunlar ölüye üzüldükleri için değil, başkalarını ağlamaya teşvik etmek için ağlarlardı. Bunlara “Nâiha” denirdi, onlar bunu para karşılığı yaparlardı.
Peygamber Efendimiz hadis-i şeriflerinde:
النَّائحَةُ إِذَا لَمْ تَتُبْ قَبْلَ مَوْتِهَا، تُقَامُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَعَلَيْهَا سِرْبَالٌ مِنْ قَطِرَانٍ، وَدِرْعٌ منْ جَرَبَ
“Başkalarını ağlatmak için yalandan ağlayan kadın ölmeden önce tevbe etmezse, kıyamet günü kabrinden üzerinde katrandan bir elbise ve uyuzlu bir gömlek olduğu hâlde kaldırılır.” buyurmuştur. (Müslim, Cenaiz, 29 (934)
Günümüzde insanları kandırıp paralarını almak için ağlayanlar görünüşte bu kadınlara benziyorlarsa da aralarında şöyle bir fark var:
Bu kadınlar gözyaşlarıyla kimseyi kandırmıyorlardı, görevlerini yapıyorlar, karşılığında ücretlerini alıyorlardı, onların yalancıktan ağladığını herkes biliyordu.
Muttakî, zâhid ve âbid görünümü altında ağlayanlar ise Bakara Suresinin dokuzuncu ayetinde belirtildiği gibi:
يُخَادِعُونَ اللَّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلَّا أَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
“Hem inananları kandırıyorlar, hem de akılları sıra Allah’ı kandırmaya çalışıyorlar. Oysa onlar sadece kendilerini kandırıyorlar, fakat bunun şuurunda değiller.” Allahın vermiş olduğu akıl nimetini kötüye kullana kullana onlarda şuur da kalmamış. Ne diyelim Allah bunlara şuur versin.




{هُوَ الذي أَنزَلَ عَلَيْكَ الكتاب} القرآن {مِنْهُ} من الكتاب {آيات محكمات} أحكمت عبارتها بأن حفظت من الاحتمال والاشتباه {هُنَّ أُمُّ الكتاب} أصل الكتاب تحمل المتشابهات عليها وترد إليها
{وَأُخَّرُ} وآيات أخر {متشابهات} مشتبهات محتملات مثال ذلك {الرحمن على العرش استوى} فالاستواء يكون بمعنى الجلوس وبمعنى القدرة والاستيلاء ولا يجوز الأول على الله تعالى بدليل المحكم وهو قوله {ليس كمثله شيء}
أو المحكم ما أمر الله به في كل كتاب أنزله نحو قوله {قُلْ تَعَالَوْاْ أتل ما حرم ربكم عليكم} الآيات {وقضى رَبُّكَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إياه} الآيات والمتشابه ما وراءه
أو مالا يحتمل إلا وجهاً واحداً وما احتمل أوجهاً
أو ما يعلم تأويله وما لا يعلم تأويله
أو الناسخ الذي يعمل به والمنسوخ الذي لا يعمل به
وإنما لم يكن كل القرآن محكماً لما في المتشابه من الابتلاء به والتمييز بين الثابت على الحق والمتزلزل فيه ولما في تقادح العلماء وإتعابهم القرائح في استخراج معانيه وردُه إلى المحكم من الفوائد الجليلة والعلوم الجمة ونيل الدرجات عند الله تعالى
{فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ} ميل عن الحق وهم أهل البدع {فَيَتَّبِعُونَ ما تشابه} فيتعلقون بالمشابه الذي يحتمل ما يذهب إليه المبتدع مما لا يطابق المحكم ويحتمل ما يطابقه من قول أهل الحق {مِنْهُ ابتغاء الفتنة} طلبَ أن يفتنوا الناس عن دينهم ويضلوهم {وابتغاء تَأْوِيلِهِ} وطلب أن يؤولوه التأويل الذي يشتهونه {وَمَا يَعْلَمُ تأويله إلا الله} أى لا يهتدى أى تأويله الحق الذي يجب أن يحمل عليه إلا الله {والراسخون فِي العلم} والذين رسخوا أي ثبتوا فيه وتمكنوا وعضوا فيه بضرس قاطع مستأنف عند الجمهور والوقف عندهم على قوله إلا الله وفسروا المتشابه بما استأثر الله بعلمه وهو مبتدأ عندهم والخبر {يقولون آمنا به} وهو ثناء منه التسليم واعتقاد الحقية بلا تكييف وفائدة إنزال المتشابه الإيمان به واعتقاد حقية ما أراد الله به ومعرفة قصور إفهام البشر عن الوقوف على مالم يجعل لهم إليه سبيلاً ويعضده قراءة أبي ويقول الراسخون وعبد الله إن تأويله إلا عند الله ومنهم من لا يقف عليه ويقول بأن الراسخين في العلم يعلمون المتشابه ويقولون كلام مستأنف موضح لحال الراسخين بمعنى هؤلاء العالمون بالتأويل يقولون آمنا به أي بالمتشابه أو بالكتاب {كُلٌّ} من متشابهه ومحكمه {مِّنْ عِندِ رَبّنَا} من عند الله الحكيم الذي لا يتناقض كلامه {وَمَا يَذَّكَّرُ} وما يتعظ وأصله يتذكر {إِلاَّ أُوْلُواْ الألباب} أصحاب العقول وهو مدح للراسخين بإلقاء الذهن وحسن التأمل وقيل يقولون حال من الراسخين


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder