19 Eylül 2016 Pazartesi

36- MAZLUMUN AHI İNDİRİR ŞAHI

36- MAZLUMUN AHI İNDİRİR ŞAHI

Hud Suresinin 113. Ayetinde yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:

وَلَا تَرْكَـنُٓوا اِلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ

“Zulmedenlere meyletmeyin, onların yanında yer almayın. Yoksa size de ateş dokunur, zulüm ateşi sizi de yakar. Sizin Allah'tan başka, hamileriniz, yardımcılarınız, dostlarınız yoktur. Allah’ın azabı karşısında size hiç kimse yardım da edemez.”
Zulüm bir şeyi asıl bulunması gereken yerden başka bir yere koymak demektir
Zulüm başkalarına haksızlık etmek, başkasının hakkına, hukukuna tecavüz etmektir.
Zulüm aynı zamanda karanlık demektir. Zalim de karanlık işler yapan karanlık işler peşinde koşan demektir.
İslam aydınlıktır, Kur’an-ı kerimin isimlerinden biri de nurdur. Müslümanın karanlık işlerle, gizli işlerle ilgisi olmaz.
Yukarıda ki ayet-i kerimeden öğreniyoruz ki;
Müslüman zalimlerin yanında olmaz,
Müslüman zalimlere sevgi, muhabbet besleyemez,
Müslüman zalimlerin peşinden gidemez,
Müslüman zalimlere destek olamaz, yardım edemez.
Ünlü Divan Şairi Namık kemal ne güzel söylemiş:
Muini zâlimin dünyada erbâb-ı denaettir
Köpektir zevk alan, sayyâd-ı bî-insâfa hizmetten.
Anlamı şöyle:
Dünyada zalime yardımcı olanlar, aşağılık kimselerdir;
insafsız avcıya hizmetten zevk alan ancak köpektir.
Zulmün çeşitleri çoktur, bunlardan biri de kul hakkıdır. Kul hakkı, helalleşmedikçe, Allah’ın da affetmeyeceği en büyük günahlardan biridir.
Nasıl oluyor da bir cemaat binlerce, hatta on binlerce öğrencinin hakkını yemek için bir araya geliyorlar, zulüm de yardımlaşıyorlar.
Hatta sadece öğrencilerin değil, öğretmen, polis vs. gibi görev alacakların veya görevde yükseleceklerin haklarına tecavüz edebiliyorlar!?
Bu hangi kitapta yazıyor, buna hangi hoca fetva veriyor ve neye dayanarak fetva veriyor?
Onlar bilmiyorlar mıki:
اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
“Zalimler asla iflah olmazlar.” (En’am, 21)

Mazlumun ahı indirir şâhı. 

10- Rızkını Allah keser

10- Rızkını Allah keser

Yüce Rabbimizin Esmâ-i Hüsna’sından/ güzel isimlerinden biri de el-Fettâh olup Arapça feth kökünden gelmektedir. Feth, kapalı olan bir şeyi açmak, bir yeri zaptetmek, ele geçirmek manasınadır. Fâtih de ülkeleri fethedip açan demektir. Ayrıca kalpleri ve gönülleri fethedip islama açan kimseye de fâtih denir. Asıl olan da budur, zira orada yaşayan insanların kalpleri fethedilmedikçe ülkelerin fethedilmesi bir anlam ifade etmez, bu durumu sürekli de olmaz.
Yüce Rabbimizin güzel isimlerinden olan el-Fettâh’ın anlamı ise; kullarına rızık ve nimet kapılarını devamlı açan, onların sıkıntılarını gideren, her türlü müşkillerini kolaylaştıran demektir.
Araf Suresinin 96. Ayetinde şöyle buyrulmuştur:
“Eğer o beldelerde yaşayan insanlar iman edip kötülüklerden sakınsalardı, elbette onların üzerine gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık. Fakat ne yazık ki onlar peygamberleri yalanladılar. Biz de yaptıkları yaptıkları yüzünden onları kıskıvrak yakalayıp cezalandırdık.”
Klasik edebiyatımızda Allah’ın Esmâ-i Hüsna’sını açıklayan güzel beyitler vardır. Konumuzla ilgili olan bir beyit şöyledir:
“Bir kapıyı bend ederse bin kapı eyler küşâd
Hazret-i Allah, Efendi, Fâtihu’l-ebvâb’dır.”
Anlamı: Bir kapıyı kapatırsa bin kapı açar, Zira Hazreti Allah devamlı rızık ve rahmet kapılarını açandır.
Cenab-ı Hak rızık ve rahmet kapılarını kendisi devamlı açık tuttuğu gibi başkalarının kapatmasını, yarattıklarının rızıklarına mani olmalarını da sevmez. Şair bu hususu ne güzel ifade etmiş:
Zalimin rişte-i ikbalini bir âh keser,
Mâni-i rızk olanın rızkını Allah keser.
Anlamı kısaca şöyle: Zalimin mutluluk ve saadet bağını mazlumun bir âhı keser./ Başkasının rızkına mani olanın rızkını Allah keser.


34- İNSANLARI KANDIRMAK İÇİN AĞLAYANLAR


34- İNSANLARI KANDIRMAK İÇİN AĞLAYANLAR

Ağlamak ve gülmek insana mahsus bir özelliktir. İnsan genellikle üzüntüden, merhamet ve şefkatten, Allah aşkı ve sevgisinden ya da Allah korkusundan dolayı ağlar. Bunlar tabii olan durumlardır, yapmacık değildir. Bu tür ağlamadan dolayı insan sevap da kazanmış olur.
Bir de riya için ağlayanlar vardır ki buna “Arapça ifadesiyle bükâü’n-nifak بُكَاءُ النِّفَاقِ،   yani münafıklığından dolayı ağlama” denir. İnsanın münafıklıktaki derecesi ne kadar ileri olursa o kadar çok ağlayabilir. Nitekim bir hadis-i şerifte:
إِذَا كَمُلَ فُجُورُ الْإِنْسَانِ، مَلَكَ عَيْنَيْهِ، فَمَتَى شَاءَ أَنْ يَبْكِيَ بَكَى
“Kul yalancılıkta/münafıklık yapmada zirveye ulaşınca artık gözlerine tamamıyla hâkim olur, istediği zaman ağlar” buyrulmuştur. (İbn Mübarek, Zühd, s. 42)
Böyle kimseler Allah aşkından veya Allah korkusundan dolayı değil, münafıklıklarından dolayı, başkalarını aldatıp maddi menfaat sağlamak, para toplamak için ağlarlar. İnsanlara kendilerinin âbid, zâhid olduklarını, dünya ile hiçbir alakalarının olmadığını göstermeye çalışırlar. Saf Müslümanlar da bunlara inanırlar.
Oysa bunlar rol yaparlar, rol icabı ağlarlar. Eğer bir konuşma esnasında ağlanacaksa, konuşmanın neresinde ağlanacağını önceden belirlerler, ona göre ağlarlar.
Müslümanların dikkatli olmaları, her ağlayana inanıp aldanmamaları için Kur’an-ı Kerim’de bu tür ağlamaya da misal verilmiştir.
Nitekim Yusuf Suresinde anlatıldığı üzere, Yusuf (a.s.)’ın kardeşleri Yusuf’u çekemiyorlardı, ona bir tuzak kurdular, babalarından izin alarak onu kıra götürdüler ve bir kuyuya attılar, gömleğine de biraz kan sürüp:
وجَاءُوا أَبَاهُمْ عِشَاءً يَبْكُونَ
“Akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler.”
Babaları Yakup (a.s.), Yusuf’un gömleğini görünce; “Ben şimdiye kadar böyle bir kurt görmedim, ne kadar mülayimmiş, yavrumu yemiş de gömleğine bir şey yapmamış” diyerek onların timsah gözyaşı döktüklerini, rol icabı ağladıklarını belirtmiş oldu.
Cahiliye döneminde ölüye ağlamayı meslek edinen ağıtçı kadınlar vardı, bunlar biri öldüğü zaman onun evine giderler ağlamaya başlarlardı. Tabii bunlar ölüye üzüldükleri için değil, başkalarını ağlamaya teşvik etmek için ağlarlardı. Bunlara “Nâiha” denirdi, onlar bunu para karşılığı yaparlardı.
Peygamber Efendimiz hadis-i şeriflerinde:
النَّائحَةُ إِذَا لَمْ تَتُبْ قَبْلَ مَوْتِهَا، تُقَامُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَعَلَيْهَا سِرْبَالٌ مِنْ قَطِرَانٍ، وَدِرْعٌ منْ جَرَبَ
“Başkalarını ağlatmak için yalandan ağlayan kadın ölmeden önce tevbe etmezse, kıyamet günü kabrinden üzerinde katrandan bir elbise ve uyuzlu bir gömlek olduğu hâlde kaldırılır.” buyurmuştur. (Müslim, Cenaiz, 29 (934)
Günümüzde insanları kandırıp paralarını almak için ağlayanlar görünüşte bu kadınlara benziyorlarsa da aralarında şöyle bir fark var:
Bu kadınlar gözyaşlarıyla kimseyi kandırmıyorlardı, görevlerini yapıyorlar, karşılığında ücretlerini alıyorlardı, onların yalancıktan ağladığını herkes biliyordu.
Muttakî, zâhid ve âbid görünümü altında ağlayanlar ise Bakara Suresinin dokuzuncu ayetinde belirtildiği gibi:
يُخَادِعُونَ اللَّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلَّا أَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
“Hem inananları kandırıyorlar, hem de akılları sıra Allah’ı kandırmaya çalışıyorlar. Oysa onlar sadece kendilerini kandırıyorlar, fakat bunun şuurunda değiller.” Allahın vermiş olduğu akıl nimetini kötüye kullana kullana onlarda şuur da kalmamış. Ne diyelim Allah bunlara şuur versin.




{هُوَ الذي أَنزَلَ عَلَيْكَ الكتاب} القرآن {مِنْهُ} من الكتاب {آيات محكمات} أحكمت عبارتها بأن حفظت من الاحتمال والاشتباه {هُنَّ أُمُّ الكتاب} أصل الكتاب تحمل المتشابهات عليها وترد إليها
{وَأُخَّرُ} وآيات أخر {متشابهات} مشتبهات محتملات مثال ذلك {الرحمن على العرش استوى} فالاستواء يكون بمعنى الجلوس وبمعنى القدرة والاستيلاء ولا يجوز الأول على الله تعالى بدليل المحكم وهو قوله {ليس كمثله شيء}
أو المحكم ما أمر الله به في كل كتاب أنزله نحو قوله {قُلْ تَعَالَوْاْ أتل ما حرم ربكم عليكم} الآيات {وقضى رَبُّكَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إياه} الآيات والمتشابه ما وراءه
أو مالا يحتمل إلا وجهاً واحداً وما احتمل أوجهاً
أو ما يعلم تأويله وما لا يعلم تأويله
أو الناسخ الذي يعمل به والمنسوخ الذي لا يعمل به
وإنما لم يكن كل القرآن محكماً لما في المتشابه من الابتلاء به والتمييز بين الثابت على الحق والمتزلزل فيه ولما في تقادح العلماء وإتعابهم القرائح في استخراج معانيه وردُه إلى المحكم من الفوائد الجليلة والعلوم الجمة ونيل الدرجات عند الله تعالى
{فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ} ميل عن الحق وهم أهل البدع {فَيَتَّبِعُونَ ما تشابه} فيتعلقون بالمشابه الذي يحتمل ما يذهب إليه المبتدع مما لا يطابق المحكم ويحتمل ما يطابقه من قول أهل الحق {مِنْهُ ابتغاء الفتنة} طلبَ أن يفتنوا الناس عن دينهم ويضلوهم {وابتغاء تَأْوِيلِهِ} وطلب أن يؤولوه التأويل الذي يشتهونه {وَمَا يَعْلَمُ تأويله إلا الله} أى لا يهتدى أى تأويله الحق الذي يجب أن يحمل عليه إلا الله {والراسخون فِي العلم} والذين رسخوا أي ثبتوا فيه وتمكنوا وعضوا فيه بضرس قاطع مستأنف عند الجمهور والوقف عندهم على قوله إلا الله وفسروا المتشابه بما استأثر الله بعلمه وهو مبتدأ عندهم والخبر {يقولون آمنا به} وهو ثناء منه التسليم واعتقاد الحقية بلا تكييف وفائدة إنزال المتشابه الإيمان به واعتقاد حقية ما أراد الله به ومعرفة قصور إفهام البشر عن الوقوف على مالم يجعل لهم إليه سبيلاً ويعضده قراءة أبي ويقول الراسخون وعبد الله إن تأويله إلا عند الله ومنهم من لا يقف عليه ويقول بأن الراسخين في العلم يعلمون المتشابه ويقولون كلام مستأنف موضح لحال الراسخين بمعنى هؤلاء العالمون بالتأويل يقولون آمنا به أي بالمتشابه أو بالكتاب {كُلٌّ} من متشابهه ومحكمه {مِّنْ عِندِ رَبّنَا} من عند الله الحكيم الذي لا يتناقض كلامه {وَمَا يَذَّكَّرُ} وما يتعظ وأصله يتذكر {إِلاَّ أُوْلُواْ الألباب} أصحاب العقول وهو مدح للراسخين بإلقاء الذهن وحسن التأمل وقيل يقولون حال من الراسخين


11- EMEKLİ OLDUM

11- EMEKLİ OLDUM

Dün (1 Şubat 2016 Pazartesi) yaş haddinden emekli oldum.
Göreve 29 Ağustos 1970 yılında vaiz olarak başlamıştım. Devletimize ve milletimize Vaiz, İmam-Hatip, Müftü, İstanbul Haseki Eğitim Merkezinde Öğretmen ve Müdür, Makedonya’da Din Hizmetleri Müşaviri ve son olarak da üç sene Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyeliği olmak üzere toplam 45 sene beş ay görev yaptıktan sonra mevzuat gereği re’sen emekliye sevkedildim.
Yüce Rabbimize, bu aciz kuluna bu kadar güzel yerlerde hizmet etme imkânı bahşettiği için sonsuz hamdediyorum.
Üzerime aldığım her görevi seve seve yaptım, elimden geldiği kadar, becerebildiğim ölçüde görevimi en iyi yapmanın azmi ve gayreti içerisinde oldum. Rabbim rızasına muvafık eylesin.
Bütün görevlerimde beraber çalıştığım arkadaşlarımın büyük ilgi, destek ve yardımlarına mazhar oldum. Bunu da yüce Rabbimin bir lütfu olarak kabul ediyorum.
Bu emeklilik kanun gereğidir, yoksa hizmetten, dini görevlerden emekli olma diye bir şey söz konusu değildir, Allah ömür ve sağlık verdiği müddetçe devam edecektir.
Yüce Yaratıcı’nın dışında her şey fanidir, Şairin:
Ne câh iledir ne mâl iledir
Beyim insanlık kemal iledir.

dediği gibi mal da makam da geçicidir, asıl olan Allah’a güzel kul olup O’nun rızasını elde etmektir.

13- ZALİM İFLAH OLMAZ


13- ZALİM İFLAH OLMAZ 
YAPTIĞI YANINA KALMAZ
Zulüm, adaletin zıddıdır. Adalet, yaratıkla-ra hakkını vermek, zulüm ise onlara haklarını vermemektir. Bir yerde ya adalet vardır ya da zulüm. İkisi bir arada bulunmaz. Adaletin ol-duğu yerde zulüm olmaz, zulmün olduğu yer-de de adaletten bahsedilemez. Allah adildir, adaleti emreder, adaletle muamele edenleri sever, zulmü ise kesin olarak haram kılmıştır, ve zalimleri de asla sevmez. Onun için kulları-na, zulümden uzak durmalarını, adaletten ay-rılmamalarını emretmiştir.
Zulmün kötü ve çirkin bir şey olduğu aşi-kârdır. Onun içindir ki zulüm her din ve şeriat-ta haram kılınmıştır. Fakat İslam dininin bu konudaki hükmü daha da ağırdır. Kuran-ı Ke-rimde zalimler lanetlenmiştir. Yüce Allah “İyi biliniz ki Allah’ın laneti zalimler üzerindedir” (Hûd Suresi, 11/18) buyurmuştur.
Zulüm yaratıklara karşı olduğu gibi yara-tana karşı da olur. Yaratana karşı en büyük zulüm O’nu inkâr etmek, O’na ortak koşmaktır. Kuran-ı Kerimde belirtildiğine göre Lokman (a.s.) oğluna öğütte bulunurken şöyle demiş-tir: “Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma, doğru-su şirk büyük bir zulümdür.” (Lokman Suresi, 31/13) Bir başka ayette de şöyle buyrulur: “Kâfirler zalimlerin ta kendileridir.” Demek ki inançsızlıkla zulüm arasında bir bağ vardır.
Yaratıklara karşı zulüm denilince akla ilk gelen şeyler ise; onlara karşı haksızlık etmek, eza ve cefa vermek, işkence etmek, onları baskı altında tutmak ve sindirmeye çalışmak-tır. Bunların misallerini görebilmek için tarihin geçmiş ve uzak dönemlerine gitmeye gerek yok, yakın çevremizde; Filistin’de, Irakta, Su-riye’de, Yemen’de olup bitenlere bir göz atmak yeterlidir. İnsan hakları havariliği yapan mo-dern dünyanın gözleri önünde yapılan zulüm, işkence, baskı geçmişte Firavunların, şeddadların yapmış oldukları zulümlere tabir caizse rahmet okutuyor. Sanki şair aşağıdaki beytini bunlar için söylemiştir:
Şimdiki zalimlerin ahvalini seyreyleyen
Geçmişin rahmet okur Fir’avn’ına Şeddâd’ına.